Peygamberimizin vefatından hemen sonra İslam alemi bazı sorunlar ve fitneler yaşadı. Liderlik savaşı ve siyasi çekişmeler bunlardan bazılarıydı. Resulullah’ın ahirete irtihallerinden 100-150 yılları arasında ise daha büyük fitne ve ayrılıklar başladı. Bu fitne dinin asıl kaynağından yani Kuran’dan uzaklaşıp başka kaynak ve kişilerin görüşlerinin benimsenmesi idi.
Bu ayrılık ve görüş farklılıkları öyle bir hal almıştı ki bunu yapan kişiler bir sistematiğe oturtulup mezhep adı altında ümmeti fırkalara ayırdılar. Uydurdukları binlerce rivayet ve yalan hadis ile oluşturdukları bu sistemi korumak için de yine yalan rivayet ve ayrılıkçı görüşler uydurdular. Kuran’ın Allah’ın Hak Kitabı olduğuna yeterince inanmadıkları ve Kuran’a güvenmedikleri için kendi rivayet kültürleri 1300 sene içinde onlar için daha güvenilir kaynak oldu.
Aslında mezheplerin kabulü kendi içinde bir çok mantıksızlık ve tutarsızlık barındırır. Örneğin mezhep taassubu taşıyan kişilere “peygamberimiz hangi mezheptendi?” ya da “ sahabe hangi mezhebi taklit ediyordu?” ya da “ tabiin hangi mezhebi kabul ediyordu?” gibi soruları sorduğumuzda verecek cevapları yoktur. Çünkü Kuran’ın yeterli olarak görüldüğü ve yalnızca Kuran ile amel edildiği asrı saadet döneminde hiç bir mezhep yoktu. Mezheplere uymak gibi bir zorunluluk da yoktu, zira mezhep kavramı bile yoktu. Çünkü İslam ümmeti fırkalara ayrılmamıştı, bu haramdı. Ümmetin fırkalara ayrılması Allah’ın Kuran’da yasakladığı bir davranıştır ve bir an evvel terk edilmelidir.
“Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah'adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.” (Enam Suresi 159)
Son söz olarak “PEYGAMBERİMİZ HANGİ MEZHEPTENSE BEN DE O MEZHEPTENİM”
Bu ayrılık ve görüş farklılıkları öyle bir hal almıştı ki bunu yapan kişiler bir sistematiğe oturtulup mezhep adı altında ümmeti fırkalara ayırdılar. Uydurdukları binlerce rivayet ve yalan hadis ile oluşturdukları bu sistemi korumak için de yine yalan rivayet ve ayrılıkçı görüşler uydurdular. Kuran’ın Allah’ın Hak Kitabı olduğuna yeterince inanmadıkları ve Kuran’a güvenmedikleri için kendi rivayet kültürleri 1300 sene içinde onlar için daha güvenilir kaynak oldu.
Aslında mezheplerin kabulü kendi içinde bir çok mantıksızlık ve tutarsızlık barındırır. Örneğin mezhep taassubu taşıyan kişilere “peygamberimiz hangi mezheptendi?” ya da “ sahabe hangi mezhebi taklit ediyordu?” ya da “ tabiin hangi mezhebi kabul ediyordu?” gibi soruları sorduğumuzda verecek cevapları yoktur. Çünkü Kuran’ın yeterli olarak görüldüğü ve yalnızca Kuran ile amel edildiği asrı saadet döneminde hiç bir mezhep yoktu. Mezheplere uymak gibi bir zorunluluk da yoktu, zira mezhep kavramı bile yoktu. Çünkü İslam ümmeti fırkalara ayrılmamıştı, bu haramdı. Ümmetin fırkalara ayrılması Allah’ın Kuran’da yasakladığı bir davranıştır ve bir an evvel terk edilmelidir.
“Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah'adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.” (Enam Suresi 159)
Son söz olarak “PEYGAMBERİMİZ HANGİ MEZHEPTENSE BEN DE O MEZHEPTENİM”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder